Herkes Kendi İçinde Ne ile Mücadele Ediyor?

Şu ana kadar yaptığım işlerde tek bir ortak tema var ise, o da insanları tanıma çabasıdır. Dürüst olmak gerekirse bundan çok memnunum. İnsan davranışını ve düşüncesini analiz etmek yıllardır beni en heyecanlandıran konu oldu.

Bu yolculuğa ilk olarak yaklaşık oniki yıl önce psikoloji kuramları ile tanışmaya başladığımda çıktım. Psikoloji’ye olan merakımın gelişmesinde ve üzerimde etkisi olan hocalarım Ersin Aybars ve Sema Ulcay’ı sevgiyle anıyorum.  O günden bugüne, hem psikoloji hem sosyoloji alanında birbirinden heyecanlı ve için dolu kavramları tanıma, kafa yorma ve yorumlama şansım oldu.

İş hayatında biraz psikoterapi, biraz pazar araştırma, biraz yönetim danışmanlığı, çokça da işe alım ve insan kaynakları derken hep insan davranışını ve düşüncesini analiz etme becerisini geliştirebileceğim işlerde zaman geçirmeye özen gösterdim. Bu yolda öğrendiklerim ve başlıca gözlemlediklerimi kullanarak ilk kitabım Sorgulayarak Mutlu Kalma Sanatı’nı yazmıştım. Şimdi de bir yandan üçüncü kitap üzerinde çalışıyorum, ancak o zamana kadar bazı “daha hafif” gözlemlerimi paylaşmak isterim.

Gerçekten içten gülen insan sayısı çok az.

    • Hem kişisel tanışmaları, hem kurumsal karşılaşmaları dahil ederek söylüyorum, gülmek ve gülümsemek nezaketin temel gerekliliklerinden olarak görülüyor. “Kendim gibi olacağım” ve “içten davranacağım” düşüncesi ile katıldığınız bir toplantıda hiç gülümsemeyi deneyin. Çoğu insandan “iyi misin,” “her şey yolunda mı,” gibi sorular alacaksınızdır. Yani gülmek ve gülümsemek bir tercih değil, bir mecburiyet.
    • İnsanlar sadece ağızları ile gülüyorlar. Türkiye’de mikro-ifadeler konusunu en iyi anlatan kişi Oğuz Benlioğlu ile bir süre yakın çalışma şansımız oldu. Onun da öğrettiği üzere, gerçek gülümseme ağız ile değil, göz kaslarıyla oluyor. Ben çoğu insana baktığımda gülümseyen ağızların arkasına saklanmış, ciddi bakan gözler görüyorum. Bir insanın yüzü bile aynı anda iki farklı şey söylüyorken, sözlerine güvenmek ne kadar mümkün?
    • Gülümsemek ve yakınlık göstermek, agresyonu gizlemek için kullanılıyor. En agresif ve rekabetçi profillerin en yüksek sesle gülenler olduğunu gözlemledim. Eğer kişi kendisi için değil, başkalarına göstermek için gülüyorsa güvenmek konusunda alarm çanları çalmalı.

  • İnsanları en çok korkuları yönetiyor.
    • Çoğu insana “sizi en çok ne korkutuyor,” diye sorsanız alacağınız cevaplar jenerik olacaktır. Örümcek, yükseklik, karanlık vb… İnsanlar bunlardan da korkuyor tabi ki, ancak asıl en büyük korkularını kendilerine dahi itiraf etmekten korkuyorlar. En gerçek korkular, dillendirmeye cesaret edemediklerimiz. Anne-babayı kaybetmek, çocuğunu veya eşini kaybetmek, sahip olduğu evi, arabayı kaybetmek, çevresindeki insanlar karşısında küçük düşmek ve onurunu kaybetmek, statüsünü kaybetmek, önem verdiği insanların gözündeki sevgi ve saygıyı kaybetmek. Bunların hepsinin üstünde ise insanın asıl korktuğu şey kendi hayatını kaybetmek veya anlamsız, değersiz bir hayat yaşayarak kendi ömrünü boşa harcamış olmak.
    • Çoğu insan hayatında daha çok anlam istiyor, ancak anlama ulaşmak için risk alması gerektiğinde en kötü senaryoyu düşünüyor ve doğru risk değerlendirmesi yapamıyor. Kötüyü düşünmek insanın hayatta kalmasını sağlayan basit ve çok eski bir mekanizma. Çalının arkasındaki vahşi hayvan tarafından parçalanma ihtimalini düşünmek insanın hayatta kalmasını sağlamış ve bu basit refleks çok fazla hayat kurtarmış olabilir tarihimizde. Ancak bugün içinde bulunduğumuz dünyadaki riskler hem çok fazla, hem de çok daha karmaşık. Bu riskleri doğru analiz edebilmek için benzer şekilde omurilikten gelen korkularla değil, akılcı ve mantıksal analizlerle ilerlemek gerekiyor. Ancak bu, doğamızın bizim lehimize değil, alehimize çalıştığı alanlardan biri. Çoğu insan korkuları tarafından yönetiliyor ve doğru seçimlere götürecek risk analizlerini yapamıyor.
    • İnsanlar her şeyden çok yalnızlıktan korkuyorlar. Özellikle şehir hayatında her şeyden çok aitlik duygusu peşinden koşuyorlar. Mantıklarına yanlış gelse bile kalabalığın yaptığı seçimleri yaparak güvende hissediyorlar. Metro çıkışında en yakın kapının sağda kaldığını bilen ama herkes sola gittiği için sola dönmüş olmayan var mı?

İnsanlar yalnız hissediyorlar.

  • Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol dönemi sona erdi. Artık arkadaşlık size biçilen rolü doğru yerine getirmekten geçiyor. Sosyalleşeceğiniz grupların normlarına uyma ihtiyacı yüksek.
  • Herkesin her an ulaşılabilir olduğu gerçeği, buluşulan zamanların kıymetini azaltıyor. Sürekli ne kaçırıyorum duygusunu kronik olarak yaşayan insanlar birlikte oldukları kişiye tam olarak odaklanamıyor ve o anı yaşamıyorlar.
  • Hem iş dünyasının rekabeti, hem özel hayatta çok fazla mesaj ve medya(müzik, video, yazı, vb.) insanları sürekli üst viteslerde hayatı yaşamaya itiyor. İnsanlar vites düşürülmesi gereken yerlerde yavaşlayamıyorlar. Ankara – İstanbul otobanında hızlı gitmek gerekebilir, ancak doğanın içinde toprak bir yolda gidiyorsanız hız yapmanız faydanıza değil zararınıza olur. Hem arabaya, hem kendi keyfinize zarar verirsiniz.

 

Özetle içtenlik eksikliği, korku ve yalnızlık endişesi çoğu insanın hareketlerinin arkasına dikkatli baktığınızda net olarak görebileceğiniz davranışsal etkenleri.

Kronik, genelgeçer ve yaygınlar.

Gündelik hayatta kızdığınız kişilerin davranışlarının arkasında bu duyguların olduğunu hatırlamak farklı bir bakış açısı katabilir.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.