Zor Gerçek, Haber Kaynağını Reddettirir
Zor Gerçek, Haber Kaynağını Reddettirir
İnsan, sindirmesi zor gerçeklikle karşılaştığında, haberin kaynağını ve doğruluğunu reddeder.
Kendimizi hiç bu şekilde görmüyoruz değil mi? Karşımızda yeterli ve mantıklı açıklama olursa, tabi ki de ikna olabiliriz diye düşünüyoruz. Doğru bulduğumuz düşünceleri savunma sebebimiz onların tutarlı, mantıklı ve açıklanabilir olduğuna inanmamızdan geçiyor. (Kendimize böyle söylüyoruz.)
Kimse kendi dünya görüşünün saçma olduğunu düşünmez, herkes kendi görüşünü doğru bulur. Ancak konu başkalarının görüşlerine geldiğinde çok daha agresif şekilde eleştirebiliyoruz. Bunların bir sebebi var mı? İnsan davranışının derinliklerinde, bu şekilde bir tavır takınmamızı açıklayacak bir bağlantı bulabilir miyiz?
Aslında var. Akıl sağlığımızı korumak ve normal hayatımızı sürdürebilmek için etrafımızda olup bitenlerden bize gelen bilgilerin büyük bir kısmını görmezden gelmek zorundayız. İnsan beyninin bir tür “veri işlemcisi” olduğunu biliyoruz. Hatta yine en az enerjiyle, en çok iş yapan veri işlemcisi olduğunun da farkındayız. (İroniktir, bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler, beyni anlayışımıza da katkı da bulundu.) Buna rağmen gündelik hayatta, beyin için bile fazla “veri” var. Sadece oturduğunuz ve bu yazıyı okuduğunuz durumu inceleyelim. Gözünüzün görebildiği alan içerisinde çok fazla nesne, bu nesnelerin üç boyutlu düzlemde yansıttığı ışıklar, bu nesnelerin zihninizdeki temsilde yaptığı çağrışımlar var. Bilgisayar veya telefon ekranı arkasında gördüğünüz yüzeyin bir dokusu var. Etrafınızda olup biten onlarca eş zamanlı olay var. Bu kadar renk, ışık, şekil, insan, temsil, doku, yüzey… Beynin bunların her birine (ve her zaman) kaynak ayırması ekonomik değil. Ki şu ana kadar sadece görme duyusunu dikkate aldık. Bir de bunların ötesinde tüm diğer duyulardan gelenler var.
Seçici Algı
İşin özü, bu kadar veri fazlalığı arasında olan biteni anlayabilmek için kullandığımız taktik şu: Seçici algı. Bazı zamanlarda neye odaklanacağımızı seçme konusunda bilincimiz söz sahibi, bazen de değil. (Bir türlü konsantre olup çalışamadığınız anları düşünün.) Yani etrafta olan bitenin bizimle ilgili ve faydalı olduğunu düşündüğümüz küçük bir kısmını alırız, yorumlarız ve onunla yaşarız. Etraftaki her veriyi beyin işlesin desek, ne enerji yetirebilirdik ne de “kafamız kaldırırdı”.
Şu anad kadar bahsettiğimiz kısa vadeli dikkat yönetmekle ilgili bu durum, uzun vadeli düşünceler ve hayat görüşü olgunlaştırırken de tam olarak aynı temel prensiplerle çalışır. Şu karmakarışık hayatta herkesin farklı bir görüşü var. Kimi hayatının ve değer evreninin merkezine iş hayatında başarıyı alarak yaşar, kimi dini inancını, kimi de statüyü. Bazı insanlar herkesin özünde iyi olduğuna inanarak yaşar, bazıları da herkesin bir fırsat bulduğunda diğerini kazıklayacağına. Kimileri kolay güvenir, kimileri hiç güvenmez.
İşin sırrı şurada. İnsanların dünya görüşleri birbirleri ile uymasa bile, kendi içinde tutarlı olma ihtiyacı duyar. Altını çizeyim, insanların dünya görüşleri ve değerleri “kendi içinde tutarlıdır,” demiyorum; “kendi içinde tutarlı olma ihtiyacı duyar,” diyorum. Bu ihtiyacın bir parçası olarak da, aynen insan gözü ve beyni gibi, bazı düşüncelere odaklanır, bazılarını görmezden gelir. Gözün baktığın bin, gördüğü birse, insan dünya görüşü şekillendirirken de kendi bakış açısını destekleyen görüşlere odaklanır, onları biriktirir; kendi görüşüne ters düşen bir bilgiyle karşılaştığında da bu bilginin kaynağının doğruluğunu reddeder. Gözünün önünde, onun düşüncesinin yanlışlığını gösterecek onlarca kanıt olsa bile, kendi dünya görüşüne sıkıcı sarılmıştır ve bu zor ve yorucu “görüş değiştirme” sancısını yaşamamak için elinden geleni ardına koymaz.
Bu konudan ilk olarak 2015 yılında, Sorgulayarak Mutlu Kalma Sanatı isimli kitabın bir kısmında bahsetmiştim, oradan kısa bir parçayı, kaynağı ile birlikte alıntılıyorum:
“Lewandowsky’nin kapsamlı araştırması[1] tarafından da kuvvetli dayanaklarla ortaya koyulduğu üzere insanlar, kişiliklerinde yer etmiş büyük inançlara zıt düşen bilgiler ile karşılaştıklarında, bilginin doğruluğu en güvenilir şekilde ve farklı kanallardan kanıtlanmış olsa dahi, sıklıkla kaynağın doğruluğunu ve geçerliliğini reddetme yoluna gidiyorlar.
Yani kişinin çok temel bir düşünce olarak benimsediği ve belki de karakterinin bir parçası olarak gördüğü bir inanç, inanış veya düşünce, bunları boşa çıkaran hatta aksini kanıtlayan bir bilgi ile karşılaştığında kişinin bilgiyi yanlış, bilgiyi vereni de yetersiz veya bizim dünya görüşümüze ters değerlendirme eğilimi oldukça yüksek. Bu aslında doğal. Tutarlı bir dünya bakışını koruma arzusunun sonucu.” (Sorgulayarak Mutlu Kalma Sanatı, 2015)
Ne yapmalı?
Sadece beynimizin bu şekilde çalıştığının, yani kendi dünya görüşümüzle uymayan düşüncelerin kaynağını ve doğruluğunu reddetme eğilimi olduğunun farkında olmak bile başlangıç. Daha dengeli ve olgunlaşmış bir hayat görüşü için daha çok, “bu konuda yanılıyormuşum,” demeyi öğrenmek zorundayız.
[1] Konnikova, Maria. I Don’t Want to be Right, The New Yorker, 2014.