Duygusal Lider: Mantık Değil, Duygu ile Yönetim

 

Gündelik hayatta nasıl düşündüğümüz ve mantık yürüttüğümüzü bir süredir anlamaya çalışıyorum. Hem psikoloji biliminin bulguları hem gözlemlerin çerçevesinde fark ettiğim şey şu: En büyük yanılgılarımızdan biri; insanları ikna etmekte somut verilerin ve araştırmaların tek başına yeterli olacağı, ve kararlarımızı alırken her zaman “mantık” ile hareket ettiğimiz.

Sanıyorum biraz eğitim, biraz üretim-tüketim ilişkilerimizle alakalı ama bunun gerçek sebebini teşhis ve analiz etmek pek de kolay değil. Son yüzyılda, “Rasyonel İnsan” modeline oldukça inanmış ve tüm oyunu bunun üzerine kurmuş olduğumuz bir gerçek.

"Rasyonel Adam" ikonu Mr. Spock

“Rasyonel Adam” ikonu Mr. Spock

Kafamızdaki bu rasyonel insan modeline göre tüm seçimlerimizi kar zarar dengesine bakarak mantıkla yapıyoruz. Fayda ölçüyoruz, en pragmatist seçim ne ise ona eğiliyoruz. En kısa yol ne ise onu seçiyoruz, en az maliyet peşinden koşuyoruz. Seçimlerimizi “mantıkla” ve “akılla” yapıyoruz. Peki güzel, ama bu gerçekten böyle mi diye artık tekrar sormak gerekmiyor mu? Bu, akılla ve mantıkla aksiyon alan, metodik, hesaplayan, “homo-economicus” modeli artık geçerliliğini yitirmedi mi? Sadece sol-beyni kullanan bu canlı, bizi gerçekten tam olarak anlatabiliyor mu? Potanisyelimizi tam olarak açığa çıkarıyor mu?

Mantıksal canlılar olmanın kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sadece problem şu ki: Bu Biz değiliz. Nobel ödüllü Daniel Kahneman, son çalışması Thinking Fast, Slow’da karar alırken nasıl da irrasyonel şekilde davrandığımızı net şekilde tekrar gösterdi.

Başka bir örnek geçtiğimiz yıllarda yapılan bir araştırmadan; aşı yaptırma/yaptırmama kararı veren birçok anne-baba kendilerine sunulan bilimsel olarak kanıtlanmış araştırma sonuçlarından daha büyük ağırlığı kendi çevrelerinden gördüklerine, duyduklarına ve mevcuttaki inançlarına göre hareket ediyor.

Karar alma süreçleriminizin ne kadar da irrasyonel olduğu konusunda daha da meraklı olanlar için Dan Ariely’nin muhteşem konuşmasını paylaşıyorum.

Dan Ariely soruyor: Kararlarımız bizim kontrolümüzde mi?

 

* * *

Geçtiğimiz son yüzyılda bize öğretildiği ve derinden inandırıldığımız üzere bu kadar mantıksal canlılar değilsek, geriye ne kalıyor?

Bir kuruma liderlik ederken, bir ekibi yönetirken, takım arkadaşları ile çalışırken, iş delege eder veya proje teslim ederken, insanların mantıklarına seslenmek yetmiyor ve hatta yanlış yönlendiriyor ise ne yapmalı?

Duygu ile yönetmek mümkün: Sevdirerek, heyecanlandırarak, tutku uyandırarak, inandırarak, adanmışlık yaratarak, takdir ve teşekkür ile ödüllendirerek, yücelterek ve gururlandırarak, ait hissettirerek, sahiplendirerek, karşılıksız yardımseverlik göstererek.

Duygusallık zayıflık değil, kuvvettir.

 

Sadece mantığını kullanan kişi her ne kadar zayıf ise, sadece duygu ile karar veren kişi de aynı derecede zayıftır. Bunu en baştan belirtmeli. Mantığı terk etmek gerektiği düşüncesinde değilim. Aksine, keşke zaman zaman daha da mantıklı, tutarlı, hesaplı düşünebilsek. Ancak “insanın hali” bu değil. Olmadığımız bir şekle kendimizi sokmaya çalışmanın zararı yüksek. İş hayatında insanların yaşadığı ‘yabancılaşma’ arkasında yatan en kuvvetli sebeplerden biri bu. Madem yarı mantıksal – yarı duygusal canlılarız, yönetim şekilleri de bununla uyumlu olmalı, her iki kanalın avantajını kullanmalı.

* * *

Şiddetle, mantığın tek başına hakim olduğu hegemonyayı artık yıkmak ve mantık – duygu dengesinde iletişimler kurma ihtiyacının gerekliliğini görüyorum.

Karşılaştığım en başarılı insanlar işine duygularını katabilenler, gördüğüm en başarılı yöneticiler pozitif duyguları doğru, negatif duyguları kontrollü göstermeyi becerebilenler. Açık ara, en iyi verimle çalışan insanlar ise ekip arkadaşlarına karşı negatif veya nötr duygu değil, pozitif duygu belirleyen ve bunu net ifade edenler.

Bu yazıyı yazdıktan bir gün sonra, bir habere rastladım. Başlığı diyor ki; “Google, kendi ekipleri üzerinde yaptığı uzun yıllar süren araştırmalar sonrasında başarılı takım çalışmasındaki en önemli etkinin takım üyelerinin birbirine “iyi davranması” olduğunu buldu.” Google – Project Aristotle adlı bir çalışma. Yani özetle diyor ki, kendisi çok zevki bireyleri bir odaya topladığınızda iyi bir takım yapmıyorlar çünkü kollektif çalıştıklarında iyi performans göstermiyorlar. Öte yandan birbirinde olumlu duygular uyandıran bir grup, daha ortalama kişilerden oluşsa bile daha iyi işbirliği ile kollektif olarak verimli çalışabiliyorlar. Yani daha zeki olan takım değil, daha iyi duygularla iş takım kazanıyor.

Geçerliliği bilimsel olarak da kanıtlandığına göre, sadece mantıksal hedef – sonuç çerçevesine konumlandırdığımız performans yönetim sistemlerini ve iletişim modellerini baştan değerlendirmenin zamanı gelmiş gibi görünüyor.

 

www.ozandagdeviren.com

 

Sharing

facebooktwittergoogle_plusredditpinterestlinkedinmail

Follow Us

facebooktwittergoogle_pluslinkedinrssyoutube

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.