Düşünen Adam Neyi Düşünüyor?
Düşünen Adam Heykeli, Rodin.
Düşünen Adam Neyi Düşünüyor?
Düşünen adamın dertlerine bakmadan önce söyleceklerim var.
Yaratıcı işle uğraşanların duvarlarına koca harflerle yazması gereken bir söz:
İyi eser yaratma becerisi ile, yarattığınız eserin ne kadar iyi olduğunu seçme becerisi aynı şey değildir.
Okumadıysanız bir bakın, kitabın adı The Originals-yazarı Adam Grant. Bana bırakdığı kuvvetli bir düşünce oldu. Diyor ki, eser yaratma becerisi ile, yarattığınız eserin ne kadar iyi olduğunu seçme becerisi aynı şey değildir. Hatta aynı kişide iki beceri aynı anda barınmayabilir.
Örneğin Beethoven’ın herkes tarafından bilinen, muazzam, hayranlık yaratan 5–10 eseri varsa, üretmiş olduğu toplam eser sayısı yüzlerde.
Metallica için de durum aynı. Geçmişlerine bakınca 150’den fazla şarkı yaptıklarını görüyoruz. Hardwired… to Self-Destruct isimli albümleri yeni çıktı. Toplam 12 şarkı daha eklendi. Sevdiğiniz bildiğiniz kaç şarkısı var? 10? 15? Çok büyük hayransanız bile 30’dan fazla şarkısının adını sayabilir misiniz?
Eminim her şarkıyı yazarken “hit” olsun diye yazıyorlar. Ama olmuyor işte. 150 şarkı yapıyorsunuz, 20’si çok başarılı oluyor. Diğerleri çoğu insan gözünde “eh işte”.
İşin güzel tarafı, kimse sizin başarı oranınızı yüzdelerle tutmuyor. Yani Metallica’nın da, Beethoven’ın da, Rodin’in de kaç tane eser yapmış olduğunu hiçbir önemi yok. Eserlerinde %30 veya %50 popüler başarıya ulaşmak zorunda değiller! Tek önemli olan kaç tane “gerçekten iyi” eser üretmiş oldukları.
Bu “gerçekten iyi” eseri ister ilkinde, ister yüzüncü de hayata getirsinler. Başarılarını bu belirlemiyor.
Barış Manço’nun her sevdiğiniz şarkısı için, bilmediğiniz 10 şarkısı var. Toplam 200’den fazla şarkı bestelemiş.
Yetmez! Bir örnek daha verelim! Önceki gün kanalını kapatacağını açıklayan Casey Neistat isimli kişi belki de YouTube platformunu en güzel okuyan, ortalama 10 dakika civarı VLOG’ları ile ortalığı kasıp kavuran bir fenomen. (Ne yalan, videoları eğlenceli ve prodüksyon kalitesi yüksek.) Kanalında yaklaşık 6 Milyon üyesi var, her çıkardığı video yaklaşık 3 Milyon izlenme alıyor. Kaç video yapmış peki Casey? Son 1,5 yıldır neredeyse her gün yeni bir video eklemiş. Toplam kanalında görünen video sayısı 714!
Bu trend bir kere dikkatinizi çektiğinde her yerde göreceksiniz (Baader-Meinhoff Fenomeni). En başarılı bildiğiniz, en efsane işler üretmiş dediğiniz kişilere bakın, aynı zamanda ne kadar çok sayıda ürettiklerini göreceksiniz.
İşe Değeri Alıcısı (Audience) Biçer
Müzik, heykel, yazı, film… Ne tür yaratıcı işle uğraşırsanız uğraşın bu gerçek değişmiyor.
İşi üreten kişi olarak sizin en beğendiğiniz ürün ile tüketici hedef kitlenin beğenisi her zaman örtüşmüyor. İyi küratör olmak başka bir şey. Hatta bazen, izleyici/dinleyici kitlesi sadece beğenisini göstermekle kalmıyor, kendisine vazife edinip eserin adını bile kendisi koyuyor!
Bunu garip bir Kim Milyoner Olmak İster? sorusunda farkettim.
Meğerse, Auguste Rodin (1840–1917) bildiğimiz ünlü Düşünen Adam heykelini ne kendi başına bir heykel olarak yapmış, ne de adını Düşünen Adam koymuş.
Rodin bu heykele hayat verirken onu Cehennemin Kapısı Önünde eserinin bir parçası olarak yapmış. Tariflediği kişi ise İlahi Komedya’nın yazarı bizim şair Dante’den başkası değil. Bu yüzden de eserin ilk adı “Şair”miş.
Araştırırken keşfettiğim en ilginç bilgi ise şu;
Heykele “Düşünen Adam” ismini, bölgede çalışan ve önünden geçen metal işçileri takmış!
Artan popülarite ve beğeni üzerine daha sonra Rodin farklı yerlerde “Düşünen Adam”ı bu sefer arkasındaki tablo olmadan çok defa yeniden yaratmış.
Yani işin alıcıları, bu durumda yoldan geçen sıradan vatandaştan başkası değil, işe hem değerini biçmiş hem de adını vermiş.
Nasıl?
Gitmeden cevaplamamız gereken zor bir soru var. Nasıl?
Yani, nasıl oluyor da birbirini tanımayan insanlar (halk) bu esere baktıklarında anonim şekilde ortak bir şey görüyorlar?
Nasıl oluyor da gür bir şekilde bu eser “düşünen bir adamı” anlatıyor diyebiliyorlar?
Burada gizli, evrensel bir dil mi var?
Cevap veriyorum: Evet.
İnsan canlısı olarak doğanın tahmin edilemezliği ve zorluğu karşısında hayatta kalmayı kolektif ve sosyal canlılar olarak evrilerek çözmüşüz. Karşımızdaki insanların duygularına, endişelerine, korkularına, düşüncelerine, kısaca “iç dünyalarındakilere” duyarlıyız.
İç dünyadakiler, vücudun dili ile, dışarıya çıkıyor. Biz de algılıyoruz. İnsanın duruşunda, bakışında, ellerini ve kollarını kullanışında evrensel ve reddedilemez mesajlar var. Bunu psikolojide empati ile, nörolojide ayna nöronlarla, sosyolojide gemeinschaft kavramı ile açıklamak mümkün.
Bu formlar, şekiller, duruşlar ve oturuşlar çok büyük bir iletişim kuvveti taşıyor. İnsan formu, iç dünyada olup biteni dış dünyaya anlatıyor. Heykeller de bu şekilde konuşuyorlar.
İşte heykel bu yüzden çıplak! Vücudundaki her kıvrım, her kas, her kemik bize bir şey anlatsın diye. Bütün anatomiyi detayıyla görelim ve o anatomi dile gelsin de bize iç dünyasındakileri anlatsın diye.
Bu tabi ki bir sanat dersi değil ancak her heykele baktığımızda şunu hatırlasak ne kadar daha çok şey görürüz: Eserin asıl mesajı anatomisi ve vücut dilinde!
Bana inanmıyorsanız, Rodin’in dediklerine bakın.
Rodin bu durumu şöyle anlatıyor. “Düşünen Adamı ünlü yapan şey sadece beyniyle, çatılmış kaşlarıyla, açılmış burun delikleriyle, sıkışmış dudaklarıyla değil; ama kollarındaki, sırtındaki, bacaklarındaki her kasla, sıktığı yumruklarıyla ve yeri kavrayan ayaklarıyla düşünmesinde.”
Düşünen Adam neyi düşünüyor?
Bunu cevaplamadan bitirmek olmazdı.
Bence, bu kadar empatik ve evrensel iletişim şekilleri olan canlılar olarak nasıl yapıyoruz ediyoruz da savaşsız bir yıl bile geçiremiyoruz, onu düşünüyor.
Sizce ne düşünüyor?
Bir cevap yazın