Hayatta Bir Yere Gel Evladım! – Türkiye’de Statü Endişesi

Alain De Botton’un Statü Endişesi Kitabı’nda dediği gibi, “Hepimiz kendimize tahammül edebilmek için dünyanın bize saygı duyduğuna dair birtakım işaretler arar, onlara bel bağlarız.”

Her insan özünde biraz filozof olmak zorundadır. Aksi taktirde hayatta kalamaz. Kalamaz, çünkü kendisine ilişkin öz değerleri ve düşünceleri oluşturmak için felsefe yapması gerekir. Kendi iç dünyamız ile çevremizde olup bitenler arasında bir ilişki kurmak, kendimizi hayali bir noktaya (statüye) yerleştirmek, ve bu noktanın diğer kişilere göre daha iyi olduğuna inanma refleksi gösteririz. Bu bizi daha güçlü ve dayanıklı hissettirir.

Yine de, bu belki tam olarak kaçınılmaz değildir. Belki, statü göstergelerinden tamamen vazgeçilen bir hayat kurmak mümkündür. Ancak benim sosyolog perspektifinden gözlemim, bunu yapmayı başarabilen insanların binde biri geçmediği yönünde. Üstelik kendimi de bu grupta görmüyorum. Katılmıyorsanız tartışalım.

İşte aşağıda izleyeceğiniz video, “Hayatta bir yere gel evladım!” ile, “Aykırı ol ve farklılaşarak öne çık!” düşüncelerinin X – Y jenerasyonları çevresinde çatışmasına bir örnek veriyor.

Başka bir grup var ki, (kendimi orada görüyorum), statü sembolleri dışında bir hayat kuramamış olsa da, en azından kendisine hazır verilen statü sembollerinin yerine, daha kendine has, kendine öz sembolleri seçebilmiş olsun.

Nedir bu bahsettiğim fark? Toplumun %90’ı için genel statü sembolleri (bazı bağlamlarda güç sembolleri) giyim, ulaşım aracı ile başlar; sahip olunan kurumsal ünvan ve kazanılan para’ya kadar devam eder. Maksat, en azından ilk aşamada, bunların ötesinde, bilginin, entellektüel derinliğin, hayata ilişkin farkındalığın statü göstergesi olduğu bir aşamaya geçmek. Yani kısmen özgürleşmek. Belki bir sonraki aşama, aynen tasavvuf edebiyatındaki gibi “Terk-i terk” olur.  (*Not: Statü Endişesi aslında tasavvuftaki “Terk” ve “Terk-i terk” kavramından çok farklı değil, ki bu oldukça değerli bir felsefe, ilgilenenlerin araştırmasını öneririm.)

[bctt tweet=”Statü Endişesi aslında tasavvuftaki “Terk” ve “Terk-i terk” kavramından çok farklı değil.” username=”ozandagdeviren”]

İşin özüne bakarsanız tabi ki de her insan kendine has, her insanın değerleri, istekleri, hatta dertleri ve tasaları kendisine özel. Ancak bir yandan da şunu kabul etmek zorundayız. Eğer ki bir kişinin gelişiminde kendi iç dünyasındaki değişkenler kadar (hatta bazen onlardan daha fazla) toplumun yani dış dünyanın etkisi varsa; o zaman ‘ortak toplumsal etkilerden’ bahsedebiliriz. Sosyoloji de tam olarak bunu inceler. Jenerasyon konusu da mekana değil de (örneğin ülkeler arası farkların karşılaştırılmasına kıyasla), benzer mekanları(aynı ülkeyi, şehri) paylaşmış insanların farklı zamanlardaki deneyimlerini karşılaştırmanın bir dili. Bana kalırsa da yaradığı en önemli fayda kişiler üzerinden toplumlun hangi dönemlerde nasıl etkiler yarattığını anlama şansı vermesi.